11 Ocak 2024 Perşembe

 

SEKİZ YÜZ YILLIK BİR ŞAHESER: HEFT PEYKER



GENCELİ NİZAMÎ HAKKINDA

Necip Fazıl’ın Edebiyat Mahkemeleri (1) adıyla derlenip yayınlanan kitabını okuyanlar, Nizamî ismini Doğunun Büyükleri bölümünden hatırlayacaktır.  Divan edebiyatı ile ilgilenenler de Fuzulî başta olmak üzere birçok şairimize ilham verdiğini okumuştur. Leyla İle Mecnun isimli Mesnevî’si bu bâbda akla gelen ilk eseridir. Bu hikâyeyi birçok şair nazma çekmiş ama eseri zamanı aşıp günümüzde bile büyük keyifle okunan iki isim kalmıştır: Birisi Nizamî, diğeri Fuzulî. Günümüz edebiyatında Leyla ile Mecnun’dan söz edildiğinde bu iki isimden birisi akla gelir.

Nizamî 12. Yüzyılın ortalarında doğup 60 küsur yaşındayken 13. Yüzyılın başlarında vefat etmiş. Bizim yazımıza kaynak olan yayıncının verdiği bilgiye göre 1145 ile 1214 yılları arasında yaşadığı tahmin edilmektedir. 16. Yüzyıl şairi olan Fuzulî’den takriben 350 sene önce yaşayıp yazdığını düşündüğümüzde Nizamî için Leyla ile Mecnun’un ilk büyük şairi diyebiliriz. Ama biz bu yazıyı bir başka eseri olan Heft Peyker’i  tanıtmak için kaleme aldık.

Elimizdeki eserin yayıncısının verdiği bilgiye göre şairin babası Türk’tür. (2) Bu rivayete rağmen Nizamî’ye Türk edebiyatı içerisinde tesiri dışında bir yer göstermeye çalışmak mümkün değildir. Tarihi, coğrafi ve kültürel şartlar bir Türk babanın çocuğunu Fars dilinin ve İran edebiyatının en büyük isimlerinden birisi yapmıştır. Üstad Necip Fazıl, bahsettiğimiz kitabında onun hakkında şöyle yazıyor:

“Nizamî, Selçuklu devri şairlerinden… İran Mesnevî edebiyatının Firdevsî’den sonra en büyük siması… Lisâna hâkimiyet, geniş bir hassasiyet, parlak, zengin bir hayal ve derin bir bilgi, kendisine bu edebiyatın birinci derecede gelen şairleri arasında yer vermiştir.

Eserleri kendisinden sonra gelen birçok büyük şair tarafından tanzir edilmişse de hiçbir nazire, aslın mertebesine yükselememiştir. Onun yalnız İran edebiyatı değil, Türk edebiyatı üzerinde de çok tesiri vardır. Onbeşinci ve Onaltıncı Asır divan edebiyatımızın maruf olan “Hamse”cileri onun tesiri altında kalmıştır.” (3)

Azerbaycan bağımsızlık davasının sembol isimlerinden ve 1918’de kurulup iki sene sonra Sovyet işgaline uğrayan ilk bağımsız Azerbaycan devletinin kurucusu ve Cumhurbaşkanı Mehmed Emin Resulzade’nin, Genceli Nizamî’yi İran değil, Azerî-Türk edebiyatı içine dahil etmek niyetiyle kaleme Azerbeycan Şairi Nizami (4) adlı araştırma kitabında derlediği bilgilerden edindiğimize göre Batılı edebiyatçılar da bu harika şaire kayıtsız kalmamış, eserleri çeşitli dillere çevrilmiş, hakkında yazılar yazılmıştır.

Doğu edebiyatı hayranı olan GoetheDoğu Batı Divanı adını taşıyan eserinde Nizamî hakkında: “YÜKSEK BİR DEHA SAHİBİ, İNCE BİR ZEKADIR. Onda güzellik büyük çeşitler ile sonsuzdur”  derken, Henry Ritter isimli bir başka ecnebi ise Nizamî‘nin sadece zamanının şiir  diline hakim olmakla kalmayıp daha mühim ve değerli olanı işaretle ; “sanatı eserlerinin özü olan fikirlerine hizmet ettirmeyi başarmıştır” diyerek, onun müstesna bir yanına dikkat çekmiştir. Büyük Doğu-İBDA’nın “fikirden süzülme şiir” davasını hatırlayalım.

Yine Resulzade’nin kitabından öğrendiğimize göre, Rus Edebiyat araştırmacısı A. Krimski de onun sufiliğine dikkat çekmiş “sufi ve romantik şair” demiştir. İngiliz Edebiyat Profesörü E. Brown ise onun tam bir mümin, Allah adamı olduğunu söyledikten sonra koyu taassuptan uzak oluşunu ve tavırlarındaki sadeliği ve tevazuu takdir etmiştir.

Nizamî hakkında inceleme yapanların ortak düşüncesi, onun  yer kürenin yuvarlak olduğunu ve döndüğünü Copernic ve Galile‘den çok önce bildiği, ayrıca astrolojiyi ilminde de çok ileri noktalara vakıf olduğudur.

Goethe aynı eserinde; “Doğuluların beş yüz yıl içinde yetişen şairlerinin ancak yedisini yedi yıldıza benzeterek, beğendikleri söylenir. Hâlbuki onların beğenmediklerinin dahi, birçoğu benden parlaktır“. Bu itiraf Batı edebiyatına nispetle Doğu edebiyatına hâkim olan “vahiy kültürünün” oluşturduğu güçlü medeniyetin hem ilmi hem fikri hem de edebi bakımdan yükselişini takdir gibidir. En büyük âlimlerin, mütefekkirlerin ve edebi şahsiyetlerin adeta “topraktan fışkıran bir damar gibi” çığır açtığı dönemlerdir. Nizamî ise bunların en önde gelenlerinden…

HEFT PEYKER: YEDİ SURET

Özellikle yazdıkları içinde Heft Peyker hususi terkibi ile dikkat çekmiş ve araştırmacılar bu orijinal kurgunun ilk kez Nizamî tarafından yazıldığı konusunda birleşmiştir. İlerleyen devirlerde gerek İran ve gerek Osmanlı divan edebiyatımızda aynı mevzu, benzer kurgu etrafında defalarca işlenmişse de, Necip Fazıl’ın yukarıdaki ifadesiyle;  “kimse onun yazdıklarının üzerine çıkmayı başaramamıştır.”  Nizamî’nin kendisinden sonra gelenler arasında tesirinin açık olduğu belli başlı büyük şairler arasında Sadi Şirazi, Mevlana Celaleddin Rumî, Abdurrahman  Câmî ve Fuzulî gibi isimler vardır. Hatta Fuzulî onun öğrencisi olduğunu açıkça söyler.

“Yedi Sûret” anlamına gelen Heft Peyker, Fars edebiyatının en büyük isimlerinden Genceli Şair Nizamî’nin günümüze ulaşan beş Mesnevî’sinden birisidir. Osmanlı devrinde divan edebiyatımızın birçok şairi tarafından manzum olarak defalarca dilimize çevrilen bu Mesnevî  5600 beyitten oluşur. 1872- 73 tarihlerinde Mehmed Emin Yümni Efendi ise öncekilerden farklı olarak manzum değil, mensur bir çevirisini yapmıştır. Bu biçimiyle ikinci defa 1922-23′ de Tercüme-i Hikaye-i Heft Peyker adıyla yayınlanmış, harf devriminden sonra ise kütüphane raflarında unutulmaya terk edilmiştir.

Aytekin Yıldız imzasıyla günümüz Türkçesine kazandırılan eser 2013 senesinde Büyüyenay Yayınları tarafından ilk defa Latin harfleriyle basılmıştır.   Bugün bizim okuduğumuz ve kaynak olarak kullandığımız kitap budur. Eserin günümüz Türkçesiyle ve Latin harfleriyle yapılan bu ilk baskısında, Mehmed Emin Yümni efendinin mensur çevirisi ve hususiyle 1922-23 baskısı esas alınmıştır.

Bu kitabı hazırlayıp yayınlayanlara kültürümüz adına teşekkürü borç biliyoruz. Bizler bu eserlerden araya giren harf devrimi sebebiyle Cumhuriyet tarihi boyunca mahrum bırakılmış ve Osmanlıca eserlere bir yabancı gibi uzak kalmışız. Düzyazı hâlinde çevirisinden okuduğumuz eser bu biçimiyle dahi çok tesirli iken, kim bilir manzum olarak yazılan Mesnevîsinin şiir yönü ne kuvvetlidir ve o biçimiyle okumak ne denli harikadır!

Okurken onun hayal dünyasının zenginliği ile yedi âleme, feleğe akan çok boyutlu bir hikâye – masal örgüsü içinde buluveriyorsunuz kendinizi. Feleklere ait derin bilgisini bu eserinde ince bir ustalıkla insan ve hadiseler üzerinde işlemiş. Okudukça derin manalar içerisinde yoğunlaşan, iç içe geçen hikayelerin bütünlüğü içinde, kuvvetli bir dil…  Necip Fazıl’ın ifadesiyle; “ Yaradılışındaki şiir kabiliyeti bu zahidane hayat içinde pek renkli ve coşkun eserler ibdâ etmiştir.” (5) Burada “zahidane hayat” vurgusu da mühimdir.

Yedi Güzel, Yedi Yıldız gibi isimlerle de anılan Heft Peyker konusunu Sasanî Hükümdarı Behram-ı  Gur’un efsanevi hayat hikayesinden alır. Behram kendisinin kaderine yazılan Yedi Güzelin resimlerini görmesi sonucu hepsine ayrı ayrı âşık ve talip olur. Lakin işi zordur. Çünkü bu Yedi Güzel de cihanın en büyük Yedi Padişahının ayrı ayrı yedi iklimlerine ait ve hepsinin kendisine has üstün vasıflarla ve güzelliklerle donanmış kızlarıdır. Daha en başından iki katmanlı bir âleme, hem dünyevi hem de semavi, hem maddi hem de manevi tüm unsurları, zengin hayalgücü ile birleştirip lirik bir dil ile erişilmez güzellikler alemine insanı davet ediyor. Nizamî bu üstün güzellik ve vasıftaki kızları Yedi Feleğin nitelikleriyle taçlandırarak okuyucuyu bu dünyadan alıp Yedi Yıldızın kapısının önüne bırakmaktadır.

Yedi Ayet, Yedi Güzel, Yedi İklim, Yedi Yıldız, Yedi Renk, Yedi Ses… Sürekli tekrarlanan Yedi… Başlama, Fethetme ve tamamlanma…  Heft: Yedi…  Peyker: Suret, yüz, cüsse…  Heft Peyker ise yedi felek, yedi yıldız anlamına gelen bir terkip… Yedi üzerine bina edilmiş hayatın tüm renkleri ile yaratılışın güzelliği ve inceliklerinin “AŞK” ile nasıl dönüp durduğunu ve kuvvetli bir çekim ile her şeyin olması gerekene akışını izliyoruz. Salih Mirzabeyoğlu‘nun da en sevdiğim cümlelerinden olan: “Aşk insanı mevzuna uygunlaştıran bir çekim ilacı.” (6)

Akış halinde olan kâinat muhasebesinde, insanın yerini tayin etmek gibi büyük sözler etmeden, bu eser insan – âlem arasındaki paralelliği, birliği ve birbirleri içinde birbirlerine sonsuz görüntüler ile ayna misali akışını anlatıyor. Üstadın Sakarya Türküsü şiirinde “Akışta demetlenmiş büyük küçük kâinat” dediği…

Böyle güzellerle dolu bir hikâyede erotik yönü ağır basan cinsellik çok dikkat çekici… Hem şaşırtıcı hem de çok doğal bir dil zevki ve estetik biçimi sayesinde yadırgamadan okunuyor. İnsanın tabiatı ve mizacına uygun bu anlatımda zevk ve estetiğin hissettirdiği güzellikten başka hiç bir uygunsuz şekil ve biçime rastlamaksızın okunuşun zevkine bırakıyorsunuz kendinizi. Bu zevk ve güzelliğin erotik anlatımının insanı rahatsız etmeyecek bir rahatlıkla böylesine güzel anlatımını da ancak Nizamî gibi bir usta başarabilirdi. Zahid ve Sufi olarak anılan Nizamî şehvet ve cinsellik yönü ağır basacak şekilde hikâyeleri işlemesi ve üstelik bunu insanın doğasındaki tabii ama en güçlü unsur olarak anlatmayı başarabilmesi üstün bir dil yeteneğini açıkça ortaya koyuyor. Bu durumu çok önemli bularak altını çiziyorum.

Bin bir gece masallarını andıran bu hikayelerde felekleri temsil eden güzel gelinlerini ziyaretinde her kız ona kendi feleğinin renkleri ve günleri içerisinde ve o feleğin zorluklarını, sıkıntılarını ve karşılığında ortaya çıkan mükafatlarını , derecelerini anlatan hikayeler sunar. Masal içinde masal, mânâ içinde mânâ ile neredeyse dört boyutlu diyebileceğimiz mükemmel bir metafor …

Zuhal‘i  ve diğer gezegenleri temsil eden hikâyelerinde bu süreci ustalığı ile ince ince bir sırrı nakşedercesine eserine işlemiş. Bu yıldızların insanla birlikte paralel ve bir olan hareketlerini anlatacak bir hikâye yahut masal kurgusu tüm detayları ve incelikleriyle ancak bu kadar mükemmel anlatılabilirdi. Bu ilimleri biraz bilenler dahi bu masal hikâyeyi okuyarak yıldızlar ve insana ait sırlar hakkında çok şey öğrenebilir.

HİÇLİĞE SOYUNMAK,  YOKLUĞU GİYİNMEK:  SİYAH GİYEN ADAMLAR

“İnsani Hakikatin Mertebeleri” yedi feleğin unsurları içinde Rabbinin terbiyesinden geçen insanoğlunun hikayesi… Nizamî’den etkilenen Abdurrahman Camî,  Nefahat’ül Üns  isimli eserinde günleri ve renkleriyle birlikte bu mertebeleri de anlatır. NefahatNecip Fazıl’ın velî menkıbeleri etrafında kurulu Veliler Ordusundan 333 – Halkadan Pırıltılar isimli eserinin ana kaynaklarındandır.

Tabii Nizamî hepsinden önce gezegenlerin ve melekî mertebelerin ilimlerini almış olduğunu büyük bir hünerle gösteriyor. Hikâyenin ilk kahramanı olan ilk gelin Hint Padişahının kızı Nurek… Temsil ettiği cumartesi günü Zuhal yani Saturn’ün yönetimi altındadır. Aynı zamanda Oğlak ve Kova burçlarının yönetici  gezegenidir. İnsanı en çok sarsan, dehşete düşüren en ağır hikaye de bu yıldıza ait zaten. Zuhal yıldızının mertebe olarak Hz. İbrahim’in  ve Hz. Adem’in makamları olduğu düşünüldüğünde hikayedeki ağır mana daha da anlam kazanacak elbet. Cennetten dünyaya indirilen Hz. Adem ve inancı hiç sarsılmayarak tüm bedeni aşk ile dolan ateşin yakmadığı Hz. İbrahim… Bu iki mana hikayenin içinde beşeri yönlerimize nasıl da yenilerek bedbaht olduğumuzu açıkça anlatıyor. Siyahlar giyinen derviş kendisini veliahdı yapacağını söylemesine rağmen padişaha sırrını anlatmaz : “Hayır padişahım! Dervişlik bana padişahlıktan yeğdir. Bu siyahlar giyinmek bana büyük nimettir” diyerek haddini bildiğini, idrak ettiğini gözler önüne sererken okuyucuyu da “bu ne haldir?” dedirten bir merak içinde sürüklemektedir.

“Uyanık hz. Adem bir  dane ile yoldan çıkarıldığına göre, Yüzlerce zan harmanına malik olan bizler nasıl yolumuzu sapıtmayalım?”

“Senin bahçende bir meyve dersem ne olur? Ayağımın önünü senin ışığınla görsem ne olur”

“Beni bu hale koyan sen değil misin? Sabrımı perişan eden sen değil misin?

” Bir zerre kadar merhametin olaydı ne olurdu? “

“Artık gel de bana merhamet et, ölümüme sebeb olma!” diye feryad eden aşığın şaşkınlığı devam eder;

“Bu muhabbet ve gönül çok tuhaftır. Bir bağlandı mı, kıyamet kopsa gönül ondan kopmaz”

“Gönüle mahrem olan yarin hareminde kalır! Bu sırrı bilmeyen inkarda kalır!”

“Şarap kızıl, yer müsait, yar şefkatliyken söyle ey saki! Şimdi olmayacaksa, ne vakit olur benim muradım?

“Bu gün ki; elindeyim, bir merhamet et! Yarın toprak olursam pişmanlıkla ağlaman neye yarar?”

“Muradım oluncaya kadar istemekten geri durmam, Ya can cananı görür, yahut gider can tenden” (7)

Zuhal yıldızının (Saturn) insana hem sınırlar koyan hem de sınırlarını zorlayan etkisi “kabz” haline benzer. Sıkıntılar içinde yoğunlaşan insan kendi hakikatiyle ya yüzleşecek ya da kendi yalanına inanmaya devam edecektir. Kendi içindeki yoğunluk arttıkça manaların içinde bir bir patlayışını seyretmek hiç de güç olmayacak… Zamanın efendisi zaman ve mekan sınırları içinde sıkıştırdığı insanı kendi daracık bedeninden sonsuzluğa akan ruhuna yol alabileceği bir sürece hazırlar ki bu sebeple ölümü de temsil ettiği söylenir. İşte “ölmeden evvel ölünüz” hadisi şerifi ile bildiğimiz bu süreci aslında her insan hayatında mutlaka tecrübe eder amma bunu anlayan da yaşayan da çok azdır. Hikayedeki aşığın sözlerine baktığımızda sabırsızlığı, içindeki duyguların ve arzuların yoğunluğu ve muradının gerçekleşmemesi ona bir nevi “ölüm” gibi gelse de asıl ölüm sabırsızlığı yüzünden kaybettiği Sevgilisidir! Lakin bu insanlar kaybedişlerinin ağıdı, kederi, sıkıntısı içinde siyahlar giymişler, gözyaşı dökmüşler ama hadlerini bilmişler… Kim bilir belki de bu kaybediş aslında başka bir kazançtır. “Hiç”liğe soyunmak “Yok”luğu giyinmek…  İşte siyah giyen insanlar …

İbnî ARABİ hazretleri bu felek hakkında şöyle der: “Zühal (Satürn):  7. gök yıldızı veya uydusudur. Bunun bağlı olduğu gün Cumartesi günüdür. Burcu Oğlak ve Kova burçlarıdır. Allah’ın güzel adlarından Ya Fettah, Ya Rezzak adlarına intisabı vardır. Sayısı 797 rakamıdır. Allah katında melaikesi Kesyafil’ dir.

Bu kevkeple bağlantısı olan sıfatlar şunlardır: Ahmaklık, cehalet, korkaklık, cimrilik, kin, yalan, kalleşlik, gevezelik, geri zekalılık, tembellik, dert, ziyan.” (8)

SARININ SIRRINDA HAYAT BULAN İNSAN

Pazar günü, sarı renkli köşkte Rum Kayseri’nin kızı Hüma’nın temsil ettiği felek; Güneş feleği… Aslan burcunu yönetir.  Güneş Hayatın tüm enerjisini ve kuvvetini temsil eder. Bedene hayat veren canlılık, ruh… Hayat sahnesinde kendine verilen rolü en güzel şekilde oynamak ama önce rolünün ne olduğunu bilmek. Kedi postunda kendini aslan zannederek rol kesmek hem gülünç, hem de yalan olur.  Sarı Güneş hayatın hakikatini fısıldar ve o hakikat sırrınca yaşamayı… Hayatı bilmeyen ve hayat içinde hayat bulamayan insanın garipliği anlatılır bu hikâyede… Kaderlerinden korkan ve kendilerini korktuklarından soyutlayarak yaşamaya çalışan iki kahramanın, hayatın sırrını ve kaderlerini ancak tecrübe ederek bileceklerini ve bulacaklarını anlatır.

Bu hikâye ve tedailerini okurken Salih Mirzabeyoğlu‘nun “Yaşamayı Deneme – KİM’in Romanı” adlı eserini hatırlatmak isteriz. Hayatın içinde hayatını arayan, aramaya ve bulmaya memur insan, etrafındaki mevcut vasata bir zikri telkin eder gibi tekrar tekrar ,”Yaşamayı dene!”  diye telkin ederken, romanın ikinci baskısının kapak resminde doğan yahut batan sapsarı bir Güneş…

Ve hemen Üstad Necip Fazıl’ın bir şiiri:

Hayat, mayat diyorlar
Benim gözüm mayat’ta.
Hayatın eksiği var:
Hayat eksik hayatta

“Hayat eksik hayatta”… Eksik hayat… Eksi hayat… Yaşıyor ama hayatı bulmuş değil. Ve belki de aldığımız her nefes, kayıp hayatımıza işleyen ölü nefesler. “Hayatını yaşıyor” denilir kimilerine. Eksik hayatların kokuşmuş zevkleri, şehvet ve debdebelerine… Oysa bunlara nispet kıyaslarsak, hayvan, yaratıldığı amacına uygun davranışıyla hayatını yaşayan “kutsal yaratık” olur. Hayatını yaşayan hayvan ve hayatını yaşayamayan eksik insan… İnsan eksik hayatta… Ya gerisi? Hani Allah korusun şu zombi filmlerinde gördüğümüz  yaratıklar gibi… İşte hayvandan aşağı denilen korkunç manzara içinde halimiz!

İbni Arabi bu felek hakkında şöyle der: “Güneş kevkebinin burcu Aslan’dır. Madeni intisabı ise Altın madenidir. Giyeceklerden ise sarı ipekli olanlardır. Melaikelerden Rukyail’e, ilahi güzel adlardan (yani Esmaül-Hüsna’ dan) Ya Hay ve Ya Kayyum’ a intisabı vardır. Sayısı ise 174 tür.

Bu kevkebe büyüklük, güç, kahır, uzun olmak veya kimseye boyun eğmemek, Hayret, Ar, gayret ve haya (ar, namus) gibi sıfatlar isnat ve tensip edilir.”

Üçüncü hikâye yeşil renkte olan köşkün yani üçüncü iklimin, Harzem Padişahının kızı Peri; Ay feleğini temsil eder. Yaratılışı, duyguları, hisleri, kökleri, inancı temsil eder. Ay’ın yönettiği burç Yengeç burucudur ama Boğa burcunda yücelir.

“Ay: Dünyamız göğünde bulunan ve beyaz renkte görülen bir kevkeptir. Bu uyduya nispet edilen gün Pazartesi günüdür. Ay ile ilgili burç da Yengeç burcudur. Vekil melaikesi de Allah’ın selamı üzerine olsun Cebrail’ dir. İlahi güzel adlardan intisabı olan adlar Ya Rahman, Ya Rahim’ dir. Bunun sayısı da 556’ dır.

Bu uydu 1. felekten çıkar, her burçta 2 ve 1/3 gün kalır, göğün bütün katlarına 28 veya 29 günde uğrayarak geçer. Çıkış yeri Yengeç ve Öküz’ dür (Boğa).

 Bu uydu ile ilişkisi olan sıfatlar şunlardır: Acizlik, zayıflık, korkaklık, çekingenlik, yalan haberler, gıybet, fitne fücurluk, duyulması hoş olmayan şeyler, hastalık, yapılacak işlerde süratli ve güçlü hareket etmek.”

Dördüncü hikâye salı günü dördüncü iklim Sıklab Şahı’nın kızı kırmızı renkli köşkte oturan Nesrin Puş’a… Merih yani Mars feleğini temsil eder. Burçları Koç ve Akreb’tir. Savaşmak, kan dökmek, korkusuzca atılmak,korumak bu feleğin özellikleridir. Buradaki hikayede kan döken güzellerin imtihanından geçmeyi başaran üç gencin hikayesi anlatılıyor.

İbni Arabi bu felek hakkında da şöyle der: “Merih (Mars): 5. gök katının yıldızlarındandır. Kırmızımsı renkte olup başı kesik gibidir. Bu uydunun günü Salıdır. Burçları da Koç ve Akreb’tir. Allah’ın güzel adlarından Ya Malik, Ya Kuddüs adlarını taşır. Bu uydunun Allah katında vekil melaikesi Azrail’ dir.

Bu kevkep 5. gök katından çıkar. Her burçta 40 gün kalır. 20 ay içinde bütün gök katlarına uğrayarak geçer. Her durak ve menzilde 12 gün kalır. Padişah ve halifeler kendilerini bununla emniyete alırlar.

 Bu kevkebe atfedilen sıfatlar şunlardır: Şecaat (yiğitlik, yüreklilik), kabalık, zahmet ve yorgunluk, hiddet, hainlik, alçaklık, başarı, yenmek, güç.”

Beşinci hikaye Çarşamba günü , mavi renkli köşkte oturan, beşinci iklim Mağrib Şahı’nın kızı  Azerbun… Utarid yani Mekür’ü temsil eder. Burçları İkizler ve Başak burçlarıdır. İletişim, konuşma, belagat, akıl, zeka, hesap, kitap, ince sanatlar, elçilik, öğretmenlik bu feleğin özellikleridir. İbni Arabi’den öğrendiğimize göre Esmaü’l Hüsna’dan Ya Ali, Ya Azim isimlerine tabidir ve vekil melaikesi de Mikail’dir.

Bir kılıç ile birden yüze kadar öldürülürse, Bir akıl ile ordunun tamamı kırılabilir.” (9)

Altıncı hikaye: Perşembe günü, sandal ağacının renginde olan köşke gider Behram. Altıncı iklim yani İran ülkesi şahlarından Keykavus neslinden Kisra’nın kızı Dürüsti … Müşteri yani Jüpiter’i temsil eder. Burçları Yay ve Balık’tır. İbni Arabi’den aldığımız bilgiye göre; incelik, yumuşaklık, merhamet, kamil akıl, ilim, bilim, hikmet, cömertlik, misafirperverlik, haya (edep), tevazu, kalp cömertliği, kalp temizliği, yüz güzelliği, vücut temizliği, alim, hakim ve hükümdarların müdahalesi. Meleği İsrafil, ilahi isimlerden Ya Kebir, Ya Müteal isimlerine intisap eder.

Hayır ve Şer isimli iki şahsın yolculuk boyunca yaşadıkları çeşitli hikmetlerle dolu hikayesi…

Yedinci hikaye; Behram Cuma günü, beyaz renkte olan köşke gider. Yedinci iklim yani Çin padişahının kızı Leğman… Zühre yani namı diğer Venüs’ü temsil eder. Burçları Boğa ve Terazi’dir. Mülkün yönetimi ve adalet anlayışı bu burçla ilgilidir. Yine İbni Arabi’den aldığımız bilgiyle; Yumuşaklık, insanlar arasında sevgi ve anlaşma, dostluk, iyi ahlak, cömertlik, kalp temizliği, konuşma ve anlaşma, dehşet ve korku, oyun ve eğlence, davul çalmak ve kadınları hoş tutan ut ve benzeri şeyleri çalmak gibi sıfatlardır. Balık burcunda yücelir Zühre… Vekil meleği Anyail, Esmaü’l Hüsna’ dan ise Ya Kafi, Ya Gani isimlerine intisap eder.

Hikâyede kendisine verilen yedi iklimi, kuvveti ve serveti sadece kendi zevki ve menfaati için kullanan Behram’a çok güçlü bir ihtar gelir. Ülke harap olmuştur. Halk adaletsizlikten ve yöneticilerin zulmünden zayıf düşmüş, ülkede asker kalmamıştır. Düşmanlar padişahın zevk u sefasından başka ülkesinin ne adaleti ne de kalkınması ile ilgilenmediğini, günden güne güçten düştüğünü görünce Behram’ın topraklarını alma hırsıyla hazırlıklarını yaparlar. Böylece Yedi Güzel hikâyesi ,Yedi Mazlumun şikayeti ile biter.  Yedi yıldızın Yedi kat semadan ayna gibi yeryüzüne yansıyan güzellikleri, tuhaflıkları, akıllara durgunluk veren işleri insanın yaşayabileceği en yüksek duygu ile gönüllerdeki tesirini ancak böyle bulabilirdi. Aşkın bir amaç değil araç olduğu unutulduğunda insanın hayatı da tarumar olur, gönül evi de harap olur… Peki amaç nedir?

İktidarların kuvvetlerini halkın lehine değil de aleyhine ve toplum adaletine değil de kendi menfaatine kullanmalarının acı veren sonuçları da eserin konularındandır. Tüm bu güzellerin ayrı ayrı kuvvetler, yetkiler ve askerler olduğu aşikâr. Her insan kendi cürmünce bir âlem… Herkesin hükmünü sürdüğü bir beden ve ruh dünyası var. Kuvvet veya bütün zaaflarıyla bunlar bilinebilir. Vesselam…

Ayşegül AHFÂ

DİPNOTLAR:

1- Necip Fazıl Kısakürek, Edebiyat Mahkemeleri, Büyük Doğu Yayınları, 1.Basım, 1997

2- Genceli Nizamî, Heft Peyker – Yedi Sûret, Büyüyen Ay Yayınları, 1.Basım, 2013, Mehmed Emin Yümni Efendi’nin Osmanlıca mensur çevirisinden sadeleştiren Aytekin Yıldız, Sayfa: 5

3- Necip Fazıl Kısakürek, a.g.e. Sayfa: 125

4- Mehmet Emin Resulzade, Azerbeycan Şairi Nizami, MEB Yayınları, 1951

5- Necip Fazıl Kısakürek, a.g.e. Sayfa: 126

6- Salih Mirzabeyoğlu, İNSAN – Erkek ve Kadın, İBDA Yayınları, 1.basım, Sayfa: 28

7- Genceli Nizami, a.g.e. sayfa: 128 -129 – 130-131 – 136- 158- 162Necip fazıl Kısakürek, a.g.e. Sayfa: 126

8- Muhyiddin Arabi – Dürrü Meknun

9- Genceli Nizamî, a.g.e. Sayfa: 410


4 Ocak 2024 Perşembe

 

BOĞA BURCUNDA YÜCELEN AY

“KAPI DEĞİŞMEKLE KADER DEĞİŞMEZ”

Sadreddin Konevi hazretleri Nefahat isimli kitabında (Molla Cami’nin Nefahat Ül Üns’ü ile karıştırılmasın) ; kendisini Muhyiddin Arabi hazretlerinin gerçek ve son varisi olarak işaretler. Pek çok eserinde de “onunla aynı zevke ortak ” ve “bilgilerinin kaynağına ve aslına muttali olmaktan” söz eder. Bu mühim yaklaşım ilmi kuru kuruya öğrenmek ile “marifetullah” denilen ilmin hikmetini yakalamak,  özüne inmek, yani “Ben âlemi insan, insanı da marifetime ulaşsın diye yarattım” Kudsi Hadîsinde işaret edilen mertebe arasındaki farkın izharı olarak da değerlendirilebilir. Elbette Mirzabeyoğlu’nun dediği gibi “İnsan”dan kasıt O! Allah’ın Sevgilisi…

İnsanın hakikati” denilince “Hakikati Ferdiyye”nin mânâsı içinde, bilse de bilmese de, iman etse de etmese de her insan O’ndan bir nasibe sahip. İşte İnsan ve Âlem arasındaki kuvvetli bağ da böyle… Birbirinden kopması mümkün olmayan bir zincir… Bu âlem içinde dünyamıza ait feleklerin dönüşünde de her insanın bir nasibi, bağı ve kaderin sürekli “zamanın raksı” içindeki “bir yuvarlakta” dönüşü var. Her insan kendi marifetine ulaşmak için “nefsini bilmek” ve “Rabbini bilmek” zorunluluğunda. Bu öyle bir zorunluluk ki, insanın bunu gerçekleştirmek ve bu şuura ulaşmak için bir çaba sarf edip etmemesi fark etmez; dönüş tamamlanacak.

Üstad Necip Fazıl’ın “Zamanın raksı ne bir yuvarlakta?” dediği bu feleklerin dönüşündeki hikmet, insan ve insanın kendisini bilmesi için dönüşünü mutlak tamamlayacağı, kendisini gerçekleştireceği hakikatinin işaretidir. Saatinizin alarmını kurmak gibi düşünün. Vakit tamamlandığında uyusanız da uyumasanız da alarm çalacak. Her gezegenin dönüşü insanın uyanışı için bir alarm gibi çalışır. Yapmanız ve olmanız gereken noktaya doğru sürükler. Sizden isteneni yapsanız da yapmasanız da saat hep işler. Yapmak istemediğiniz şeyler yapmanız için cebren önünüze bırakılır ve “nefs terbiyesi” bu noktada hareket geçer.

Nazım Kıbrısî hazretlerinin bir sohbetinde söylediği gibi: “Kapı değişmekle kader değişmez.” İnsan düzeltmesi gereken durumunu düzeltmediği sürece, nereye giderse gitsin, ne yaparsa yapsın, hep aynı sıkıntılarla yüzleşecek. Nefs terbiyesi “Rabb” in kendini bildirme süreci otomatik olarak işleyecek. Âlem – İnsan, İnsan – Marifetullah ilişkisi…

Mevlâna hazretlerinin güzel dizelerinde dirilen “remz şahsiyet”…

“Canında bir can var, o canı ara…
Beden dağında bir mücevher var,
o mücevherin madenini ara…”

Kadim bir bilgi olan astroloji ilmi insanlık tarihi boyunca varlığını yeryüzünün her yerinde ve her kavimde göstermiş insanlığın “ortak şuurunda” var olan bir ilim diyebiliriz. Bu ilmin olmadığı tek bir medeniyet gösterilemez. “Tarih Sümer’le başlar” diye sloganlaştırılan, bilinen ilk yazılı medeniyet olması sebebiyle Sümer ile başlayan yazılı tarih sürecinde, bu ilmin medeniyetin en mühim dinamiklerinden olması da gözden kaçmasın.

Günümüzde bilinen en eski yıldız isimleri M.Ö 1800 yıllarında, eski Babil dilinde “Gecenin Tanrılarına Dua”  kitabında geçer. Yine bu dönemde, Hammurabi hanedanlığının ilk yarısına ait yıllarda, içinde gök işaretlerinin bulunduğu bir seriden bahsedilir. 70 tabletten oluşan serinin adı “Enuma Anu Enllil”…

Bir araştırmacı şu bilgiyi veriyor:  “Eğer Tanrı SİN (AY) yavaşça kaybolursa, ülkede kıtlık olacak” denmektedir.

“63 tabletten oluşan Venüs tabletleri ise Babilliler zamanında İŞTAR olarak bilinen VENÜS’e  ait gözlemleri içerir. İlk yıldız kataloğu olarak geçen “MUL APİN” (mul: yıldız) M.Ö 1000 yıllarına ait… (Göklerin Bilgeliği – Hakan Kırkoğlu)

Güneş sistemimizde ve bulunduğumuz Samanyolu galaksisinde dönüp duran yıldızların, kendi yörüngelerindeki seyahatlerine bakıldığında, mitolojik boyutta onlara ithaf edilen hikâyelerin, hem gezegen ve yıldızların oluşum bilgileri olduğunu, hem de o gezegen yahut yıldızın temsil ettiği “insani şuur”daki yerini reddedemeyiz. Dolayısıyla “Ben kimim?” sorusunun, birlikte döndüğümüz âlemin cevaplarıyla aynı olduğu görülecektir. Bu sorunun cevabı hem insan hem âlemde “insan şuuru “ile cevabını bulacak.

Sıradan bir insanın gökyüzünü inceleyip günü gününe not etse dahi bu bilgilerin insan ile bağını ve etkisini kurması muhale yakındır. İBDA Külliyatının temel tezlerinden olan “Peygamberler Olmasaydı Medeniyet Olmazdı” ölçüsü esas alındığında, içinden çıkılmaz gibi görülen bu sorunun cevabı yerine oturur. Günümüz medeniyetinin “uzaylılar” algısı ile neredeyse insanların zihinlerini harap ettiği şu süreçte; biz uzaylıların değil nebevi bir medeniyetin, kültürün insanî hakikatini sunma çabası içinde olmalıyız.

Meryem sûresi 56. ve 57. Ayet meâlleri:  “Kitapta İdris’e dair söylediklerimizi de an. Çünkü o, dosdoğru bir peygamberdi. Onu yüce bir yere yükselttik.” İdris (as) ın hesab ve yıldızlar ilmi konusunda özel bilgilere sahib olduğu kaynaklarda anlatılır. Adem (as)’dan sonra ilk yazı yazan ve ders veren vasfından dolayı İDRİS ismini aldığı söylenir. Konumuz İdris (as) olmadığı için tekrar dönmek üzere medeniyetlerin ve şehirlerin kurulması ilmin yayılması ve onun öğretmenlik vasfı ile Hz. İdris’i bu ilmin yayıldığı merkez olarak belirlemek istedik. Hani “nereden geliyor bu suyun kaynağı?” denildiğinde…

“AY BOĞA BURCUNDA YÜCELİR!”

Ptolemaios‘un Tetrabiblos isimli eseri de bu bilgilerin en eski kaynaklarındandır. İskenderiye’de M.S ikinci yüzyılda yaşamış olan Ptolemaios bu eseriyle o döneme ait bütün Mezopotamya astrolojisini derlemiştir. Bu eser batıda asrtolojinin İncil’i olarak ifade edilir. Bu büyük astrolog Rönesans’a kadar etkisi sürecek olan Dünya merkezli kozmolojisini de “Almagest (Sintaksis)” isimli eseriyle ortaya koymuştur (1).  İşte bu kadim öğretilerden gelen kadim bilgi olarak Ptolemaios’a ait ifade : “Ay Boğa Burcunda Yücelir.”

Salih Mirzabeyoğlu’nun Ölüm Odası tefrikasının  315. Bölümüne ait başlık: YENGEÇ (TENZİH ŞUURU)… Bu ifade astrolojiyle ilgilenenler için yepyeni bir sayfa mahiyetinde hayret verici ve hayranlık uyandırıcıdır. Yengeç mevzusuna şuur seviyesinde “insanî” bir makam vermiş, insani hakikat mertebelerinde astroloji ilmi için ayrı bir sayfa açmıştır. Bu burca tenzih makamının verilmesi bir ilktir. Ancak “yenileyicilik” mertebesinde bir Mimar-Boğa’nın açabileceği yepyeni bir kapıdır bu.

Sadreddin Koneviİbni Arabi hazretlerinden aldığı ilmin, Mehdi devrine kadar kendisinden sonra bir devamı olmadığını üzülerek şu sözlerle ifade etmiş: “Çadır o çadır, fakat kadınlar, o çadırların kadınları değil.” Hatta Mehdi’ye ulaşan talebelerine kendisinin selamını iletmelerini ister. (2) (Fususu’l Hikem’in Sırları – Sadreddin Konevi  shf 12 – 13)

Tilki Günlüğünde bize verdiği doğum bilgilerine dayanarak çıkardığım; doğum anı harita bilgilerinden aldığım verilere göre, onun AY ve YENGEÇ burcu ile yakın ilgisi olan yıldız bilgilerine baktığımızda, yazılarında dokuduğu ilimle, kendi yıldız haritasını nakşettiğini görmemek mümkün değil.

BOĞA BURCUNDAKİ GÜNEŞ …  AY’ın evinde… AY: Yaratılış, Rabb, beden, nefs, terbiye, Hz. Adem’in makamı, günlerden Pazartesi, madeni gümüş, anne, hafıza, halk … Yengeç: Soğuk ve nemli, gece burcu, ketum, koruma, besleme, annelik yapma, güvenlik, duygular, mizaç, hafıza, tarih, vücutta göğüs ve mide…  “Ben KİM’im” … Güneş: KİM olduğunu bilmek… Ruh… Nefes… Ateş…

“Ben KİM’im”… Güneş’i Boğa Burcunda…

Yönetici gezegeni Venüs olan Boğa burcunun feminen ilkelerle bir arada anıldığını  görürüz.  Çünkü Venüs hep dişilik sembolü olmuş ama ilginçtir ki Akadlar onu Sümer medeniyetindeki İnanna’dan kendi dillerinde “bereket, aşk ve savaş tanrıçası İştar” olarak çevirmişlerdir. İştar’ın batı dillerinde kullanılan karşılığı, “yıldız” anlamında “star” (İngilizce), “Stern” (Almanca)’dır. Batıda, haftanın her günü Güneş, Ay ve beş yıldız (bazıları aslında gezegen) ‘dan birine tapınılırdı. (Vikipedi – İştar)

Dişiliğin anaç sembolizmi yoktur Venüs’de. O anaç unsurlar dişilikte Ay’a aittir. Venüs hem Boğa burcu hem de Terazi burcunun yöneticisidir. Boğa toprak elementi yani maddi âlem ile ilgili tüm düzenin şekillenişini temsil ederken, Terazi de hava elementi, hukuk ve ikili ilişkiler yönetimi, halk yönetim sanatı, anlaşmalar, diplomasi,  savaş ve barış, adalet üzerinde hakimdir. Venüs’ün Esma ül Hüsna’dan HAKÎM ismi ile de bağlantılı olması dikkat çekici… İşte bu dişilik anaç değil ama hakîm ve sahip olma, hikmet ile işlerini yönetme üzerine ortaya çıkar.

Boğa Burcu’nun; sanat ve beceriklilik, el sanatları, şekillendirme, maddenin şekillendiği burç, suret, güzellik, güzel yüz, resim gibi kelimeler ile alakalı… Bu burcun en göze çarpan özelliği maddi değerler üzerindeki hâkimiyeti, bina etme, mimarlık, ticaret, para kazanma yeteneği, HAKÎM olma…  Elementi toprak, geceye ait, soğuk ve kuru bir tabiat, vücutta ense ve boyun…

Salih Mirzabeyoğlu’nun haritasından devam ettiğimizde:

Ay Kova burcu’nun son derecesinde… 29 derece… AY BOĞA Burcu’nun evinde… İkinci evde… BALIK burcunda…

Güneş Boğa Burcu’nun 18. derecesinde… GÜNEŞ’i AY’ın evinde… Dördüncü evde… BOĞA Burcu’nda… Hatırlayalım: “Ay Boğa Burcu’nda yücelir”.

Sembolik olarak gördüğümüz bu durum; Güneş Ay’ın evini yüceltmede Boğa Burcu’nda, Ay Boğa Burcu’nun evinde yücelmede BALIK Burcunda… Karşılıklı ağırlama halinde… Astrolojide yücelme denilen bu mânâ iki sembolün birbirleri içinde çok iyi çalıştığını anlatır.

Bütün bunlar Yengeç burcunun tenzih şuuru olarak değerlendirilmesinden süzebildiklerimizin bir kısmıdır. Muhyiddin Arabi hazretleri kendi devrinde birçok ilimde olduğu gibi astrolojinin de İslâmî kâinat görüşü etrafında yol haritasını çizmiş, yenileyici rolünü oynamıştı. “Eserde derinleşen” Mirzabeyoğlu’nun bu yönüyle Arabî mizaç taşıdığına dair ifadesi de meydandadır. Bunun şahitlerinden birisi de Yengeç ve Tenzih Şuuru bahsidir.

Bu konuyu burada bırakmayacak ve Kumandan’ın yıldız haritasından ilhamla mevzu etrafında gezinmeye devam edeceğimizi “inşallah” kaydıyla belirtelim.

Ayşın AKYILDIZ –  ADIMLAR Dergisi
Ağustos 2016

FAYDALANILAN KAYNAKLAR:
– FUSUSU’L HİKEM’İN SIRLARI – SADREDDİN KONEVİ – TERCÜME: EKREM DEMİRLİ – İZ YAYINCILIK 2009
– PTOLEMAIOS – TETRABIBLOS 1, TÜRKÇESİ VE YORUMLAR: DEVRİM YILMAZER – ZODYAK YAYINLARI 1.Baskı, Mayıs 2014
– GÖKLERİN BİLGELİĞİ – HAKAN KIRKOĞLU – DOĞAN KİTAP 1. BASKI TEMMUZ 2005


 

TARİHİN SAVAŞ YAZDIĞI ZAMANLAR VE GÖKYÜZÜ

TARİHİN SAVAŞ YAZDIĞI ZAMANLAR VE GÖKYÜZÜ

Ptolemaios der ki: “Yıldız konfigürasyonları uzun zaman aralıklarından sonra öncekilerle az veya çok benzeşebilir; ancak hiçbir zaman onlarla bütünüyle aynı olamazlar“. Yani gökyüzünde bir döneme ait gözlemlenen yıldız konumları ile daha sonraki benzeşen konumlarda aynı şeyler yaşanmaz. Ama benzerlik nispetinde ihtimallere dair yakın bir fikir edinilebilir.

Tarih tekerrürden ibarettir” sözü bu durum ile çelişmiyor. Bilakis insanların değişmeyen davranış biçimleri karşılığında hep aynı kısırdöngü insanlık tarihinin yazgısı olmuş. Yıldızların aynı konumlarda olmasına bakmaksızın birbirine benzeyen yıldız konumları da benzer olayların yaşandığını yahut yaşanabileceğini gösteriyor. Elbet olayların tıpatıp aynı yaşanması beklenmez; çünkü insan ve kader döngüsü bir sır etrafında döner. Başrol kahramanları değiştikçe olaylar da onların tavırlarıyla yön değiştirir.

Bu mevzua böyle başlamamın sebebi Türkiye’nin Suriye sınırları içinde bir operasyona başladığı gün ile Almanya’nın 2. Dünya Savaşı’nda İngiltere’yi bombalamasının aynı zaman dilimine denk düşmesi… Bu kesişme sebebiyle İngiltere’nin bombalandığı günün astroloji haritasını çıkardım. Acaba günümüz astrolojik etkilerinin tetiklendiği süreçle yakın mânâlar var mı?

SIFIR NOKTASI… ASLAN’IN KALBİ: REGULUS

Türkiye’nin harekât tarihinde, Başak burcundaki Güneş’in SIFIR derecede Regulus sabit yıldızı ile kavuşum halinde oluşu; yani Güneş Regulus kavuşumunun SIFIR noktasında oluşu çok dikkat çekici. Çünkü aynı kavuşum Almanya’nın 2. Dünya Savaşında İngiltere’yi bombaladığı gün de mevcut. Sıfır derecede Başak Burcu’ndaki Güneş iki haritada da Regulus ile kavuşumda. Ama Almanya’nın haritasında Güneş Regulus kavuşumuna Mars da eşlik ediyor ve bu üçlü, güçlü bir şekilde Başak Burcu’nda sıfır derecede birleşiyor. Günümüz haritasında ise Başak burcundaki stelyum -yani gezegen birikimi- daha da ilginç. Merkür, Venüs, Jüpiter kavuşumunun ve Kuzey Ay Düğümünün eşlik ettiği harita hadiselerin seyrinin farklı yönlerine dikkat çekiyor. Almanya’nın haritasındaki stelyum ise Jüpiter, Satürn, Uranus gezegenlerinin kavuşumu ile Boğa burcunda gerçekleşiyor. Her iki harekât toprak elementinde -Başak ve Boğa- gerçekleşiyor.

Haritalardaki mühim ortaklık Regulus’un Güneş ile kavuşumdaki önderliği. Ve farklı biçimlerde de olsa Mars kavuşumu. Regulus “Aslan’ın Kalbi” olarak anılır. Dört Kraliyet yıldızından birisi… Ona KUZEYİN GÖZCÜSÜ denir. Özellikle Persler Regulus’a çok önem atfetmiş ve mitolojilerinde dünyayı yöneten Kral Feridun ile bağlantılı olarak değerlendirmişler.

Regulus: Aslanın Kalbi… Buradaki mitte öne çıkarılan vurgu şu; askeri başarılar kazanabilirsiniz ama öç ve intikam hırsıyla hareket ederseniz elde ettiğiniz tüm başarıları kaybedersiniz. Hitler’i hatırlayın. Zalimlik, yıkıcılık, öfke ve intikam, nefsin arzularının hâkimiyeti bu yıldızın tesirinde gerçekleştiğinde başarı görüntüsü birden bire tersine döner. Çünkü “Aslanın Kalbi” tüm gücünü o kalpteki yücelikten alır. Kalp bozuldu mu, güç tersine döner.

Cesur ve büyük bir liderin sembolü olan Regulus, Mars ve Jüpiter karakterinde… Bu özellik cesaretle girişim yapılan tüm ortamlarda başarı verir. Hele haritada Mars veya Jüpiter ile kavuşumda ise…

İlginçtir ki, Britanya için hazırlanan istilânın adına “Denizaslanı Operasyonu” denmiş. Almanya çok cesur ve gözü kara girdiği bu harekâttan başarıyla çıkamadı. İngiltere ile yaptığı hava savaşı onlar adına hezimetle sonlandı. Bunun en büyük sebebi İngiltere’nin radar teknolojisini geliştirmesi ve böylece hava saldırılarını önceden görüp püskürtmesi olarak işaretlenir. Bu Almanların hiç beklemediği bir durumdu ve yeni teknoloji “sürprizi” bu savaşın kaderinde etkin olmuştu. Haritada Uranüs’ün ani, beklenmedik ve üstelik teknolojik bir sürprizi temsil ettiğini görüyoruz ki, Uranüs astroloji sembolizminde beklenmeyeni beklemek, ani değişimler ve teknolojinin işaretidir. Uranüs bu noktada saldırıyı temsil eden Regulus -Güneş – Mars kavuşumuna kare açı yapıyor. Kare açı ise cesurca öne atılarak yapılacak bu saldırıda, karşılarına çıkacak ve onları zorlayacak bir sürprizi işaretliyor. Üstelik bu sürpriz mühim bir teknolojik gelişme.

Bu saldırı haritasındaki en göze çarpan ve Türkiye’nin sınır ötesi harekâtıyla ortak olan açı, AY’ın 29 derecede KOÇ burcunda, Güneş – Mars ve Regulus ile üçgen bir açı kurmuş olmasıdır. Bu durum Almanlar’ın yaptığı operasyonun çok düşünülmeden, hesapsız bir duygusallıkla gerçekleştiğini düşündürüyor. 29 derecedeki bir gezegen -hele bu değişken ve hızlı hareket eden Ay olunca- durumun ve şartların her ân değişebileceğini temsil eder. Çünkü gezegen bir sonraki burca geçiş hazırlığındadır.

Suriye topraklarındaki harekât ise biraz daha sağlam bir duruş ihtimâlini içinde barındırmaya müsait. Bu haritada AY iki derecede BOĞA burcunda (yücelmede, kuvvetli) ve üstelik URANÜS ile kavuşum hâlinde… Aynı zamanda yine Almanya haritasındaki gibi AY – GÜNEŞ – REGULUS kavuşumuna üçgen bir açı ile bağ kurmakta… Fakat bir fark var: AY URANÜS kavuşumu Türkiye’nin harekâtındaki en büyük sürpriz… Bu haritada URANÜS KOÇ burcunda ve BOĞA burcundaki AY ile kavuşumda. Yani yine Koç burcunda ve Uranüs ile ani ve hızlı bir şekilde değişebilecek şartları ve sürprizleri işaretliyor. Umarız ki, bu sınır ötesindeki harekât içinde SÜRPRİZİ elinde tutan taraf Türkiye olsun. Ama bizim kullanma şansımızın olduğu bu “sürpriz” işareti, birlikte hareket ettiklerimizden bize gelecek bir kandırmaca, bu anlamda onların bize bir “sürprizi” de olabilir. Yeniden “kandırılmamak” için iktidarın ferasetini açma vakti gelmedi mi?

AY BOĞA BURCUNDA YÜCELİR denilince artık aklımıza gelen bir tek isim ve ona bağlı bir gaye var: Salih MİRZABEYOĞLU ve ortaya koyduğu “BAŞYÜCELİK DEVLETİ” ideali… Ülkemiz ve bütün İslâm âleminin kurtuluşu bu idealin bayraklaşmasında yatar ve Türkiye’nin dünyaya yapacağı en büyük sürpriz bu olur. Eğer sürprize maruz kalan değil, sürprizi yapan olmak istiyorsak…

KOÇ TAKIMYILDIZINDAN: SHERATAN

Türkiye’nin operasyon haritasındaki mühim bir farklılık da şu: AY BOĞA burcunda URANÜS ile birleşirken aynı zamanda SHERATAN isimli Koç takımyıldızından mühim bir sabit yıldızla kavuşum hâlinde… Mars – Satürn karakterinde bir yıldız… Koç Burcu’nun sol boynuzunda… Elbette hem Koç Burcu’nun savaşçı, gözü pek, saldırgan ve kendinden başka hiç kimseyi dinlemeyen öncü bir burcun takımyıldızındaki bu yıldız boynuz sembolü üzerinde, pek de sükûneti işaret etmiyor. Bu yıldız hakkında Tetrabiblos (*) adlı eserde bazı astrologların verdiği şu bilgiler geçiyor:

“JANUS: Şiddetle ilgilidir. Tehlikeler; sert, düşüncesiz ve merhametsizce davranıldığında gelecektir.

ROBSON: Vücut yaralanmaları, vicdansız, acımasız ihanete, yangın, savaş veya depremle ilgili yıkıma işaret eder.

ELSBETH EBERTİN: Şiddet getiren bir yıldız; dürtülere göre hareket etmek ve gözüpeklik, tehlikeye neden olur. Ebertin bu yıldızı özellikle Birinci Dünya Savaşına katılmış askerlerin horoskoplarında gözlemlemiştir.

FELBER: Karakterin kötü özelliklerinin transforme edilmesi, güç ve şiddet kullanarak şeyleri zorlama ve onlar üzerinde kontrol sağlama isteği, vicdansız ihanet ve dürtülere bağlı arzular görülür.

SAHIHI: Sıkıntı, tatsızlık ve güçlükleri anlatır.”

Ustaların bu yıldız hakkında saydığı sıkıntılara bakınca tam da bir savaş haritası görüntüsü içinde bulunan yıldızların bir arada Güneş, Ay ve Satürn’le kavuşum yaptıklarını görüyoruz. Evet, Satürn’de mühim bir yıldız ile kavuşum yaptığından, bu sürecin Almanya haritasından bile daha güçlü savaşçı yıldızların eşliğinde gerçekleştiğini izliyoruz.

 

SATÜRN VE ANTARES: AKREB’İN KALBİ

Türkiye operasyon haritasının Almanya haritasından çok farklı ve baskın başka bir özelliği daha var: Pek çok astrolog 22 Ağustos’ta tetiklenen ve YAY Burcunda gerçekleşen SATÜRN, MARS ve ANTARES kavuşumunun etkilerini merakla takip ediyor ve nelerin olabileceği üzerinde öngörülerde bulunuyor. Tabii işin içinde ANTARES yıldızı olunca bu heyecan haksız sayılmaz. Çünkü Türkiye sınır operasyonu tam bu hafta içinde başladı ve tüm ülke Doğu bölgemizde gerçekleşen şiddetli terör olaylarının etkisiyle sarsılmakta… Bütün astrologlar benzer öngörülerde bulundu: Şiddetli bir dönemin başlangıcı

ANTARES yıldızı Persler tarafından “Batı’nın bekçisi” olarak adlandırılmıştır. Günümüzde “Batı’nın gözcüsü” olarak da anılır. Bütün kraliyet yıldızları gibi devlet adamlarına başarı getirir. Onun varlığı hükümdar haritalarında gücün sembolüdür. Antik Yunan mitolojisinde “savaşçı” tasvirinde… Antik Roma’da Mars adıyla anılır.

Günümüz astrologlarından Barış İlhan’ın kendi sitesinde yazdığı bir yazıdan:

“Bu arada Satürn de Antares’le birleşmeye başlayacak. Satürn-Antares birleşiminin dini riyakarlığa, koşullar karşısında sahtekarca ve maddi davranmaya, bozguna uğramaya, tartışma ve hukuk kanalıyla kayıplara, düşmanlar kanalıyla sorunlara, kayıplara, eve, ülkeye zarar gelmesine işaret ettiğini daha önce yazmıştık. Antares kırmızı rengi iler Mars’a benzetilen bir sabit yıldız. İnsanın hayatında üstünlüğe ve aktiviteye işaret ediyor. Ancak bu üstünlükten bir hayır gelmeyebiliyor. Amerika Irak’ı Antares’in yanında gerçekleşen bir Güneş Tutulmasının ardından işgal etmişti. Netice “mağlup sayılır bu yolda galip” sözüne döndü. Bugün o işgalin sonuçlarını acı deneyimliyoruz. Bu açıdan Antares’in yıkım, kötülük, inat nedeniyle kendi kendine zarar verme, gözükara cesaretin giderek artan tehlikeye dönüşmesi gibi türlü belalara işaret ettiğini düşünebiliriz.”( http://www.barisilhan.com/#!mars-uranus-pluto-antares-saturn-jupi/c1d38 )

Yine Tetrabiblos isimli esere dönelim. Bernadette Brady, bu yıldızın etkisinin ilerleme ve cesareti temsil ettiğini, anı yakalamakla ilgili olduğunu, hızlı harekete geçmeyi gösterdiğini söylerken bir yandan karanlık yönlerimizde bulunan güçlü olumsuzlukları da tetiklediğini  söyler. Yani gücün sarhoşluğu ile yaptıklarına bakmadan agresif eylemlere devam etmek…

Akreb’in kalbinde gerçekleşen kavuşum… Satürn’ün Yay Burcunda bir seneyi aşkın süredir devam eden yürüyüşünde, zaten din anlayışı ile ilgili insanların ciddi bir sınavdan geçtiğini görüyoruz. Ateş elementi bir burçta (YAY) ve toprak elementinde bir gezegende (SATÜRN) ciddi sınav verdiğimiz, samimiyetimizin ölçüldüğü, bu sürecin ne kadar şiddetlendiği, açıktan açığa savaşa dönüştüğü görülüyor.

Amerika’nın Irak’ı işgal etmesiyle görünür bir hâl alarak Ortadoğu’da sınırlarımızı zorlayan bu savaşın hangi tarafında rol aldığımız oldukça önemli. Şu ana kadar “kandırıldık” diyerek itirafta bulunmanın ötesinde daha güçlü adımlar atmanın zamanı. Bulunduğumuz taraf aynı zamanda bizi yıllardır kandıran taraf.  “Kandırılmak” deyince: Neptün Türkiye haritasında Güneş ile karşıtlık açısı yapıyor. Bu demek oluyor ki, “aldatılma” süreci devam ediyor. Üstelik din adına, inançlar adına, hayâller adına ve idealler adına…

Şimdi Antares ve Regulus bu samimiyetin güçlü bir şekilde ortaya konulup savaşılması konusunda bize bir işaret sunuyor. Her ikisi de gözcü olarak sadece kendimiz için değil, Libya için, Irak için, Filistin için… Bütün mazlum müslüman halkların da haklarını gözeterek… Bencilce sadece kendi şartlarını gözetmek sunulan şartların tekrar aleyhe dönerek tepetaklak olmasına sebep olacak işaretler taşıyor.

Yıldız sembollerinin izinde,  kalbimizde inancımızın ne kadar samimi olduğunu gösteren ve gösterecek bu zaman dilimi 3. Dünya Savaşının “inanç savaşları” olarak yaşanacağı ve tarihe bu şekilde yazılacağını mı gösteriyor acaba? Salih Mirzabeyoğlu’nun dediği gibi:

Gerçek bir Büyük Doğu projesi içinde İsrail diye bir devlete yer yoktur!”

Bu savaş “vardır” diyenlerle, “yoktur” diyenlerin savaşı olacak.

                    HİCRİ YILBAŞI - YENİ AY YENGEÇ BURCUNDA YENİ AY YENGEÇ BURCUNDA ALHENA MENZİLİNDE     Güneş Ay kavuşumuna -Yeni Ay- eşli...