SEKİZ YÜZ YILLIK BİR ŞAHESER: HEFT PEYKER



GENCELİ NİZAMÎ HAKKINDA

Necip Fazıl’ın Edebiyat Mahkemeleri (1) adıyla derlenip yayınlanan kitabını okuyanlar, Nizamî ismini Doğunun Büyükleri bölümünden hatırlayacaktır.  Divan edebiyatı ile ilgilenenler de Fuzulî başta olmak üzere birçok şairimize ilham verdiğini okumuştur. Leyla İle Mecnun isimli Mesnevî’si bu bâbda akla gelen ilk eseridir. Bu hikâyeyi birçok şair nazma çekmiş ama eseri zamanı aşıp günümüzde bile büyük keyifle okunan iki isim kalmıştır: Birisi Nizamî, diğeri Fuzulî. Günümüz edebiyatında Leyla ile Mecnun’dan söz edildiğinde bu iki isimden birisi akla gelir.

Nizamî 12. Yüzyılın ortalarında doğup 60 küsur yaşındayken 13. Yüzyılın başlarında vefat etmiş. Bizim yazımıza kaynak olan yayıncının verdiği bilgiye göre 1145 ile 1214 yılları arasında yaşadığı tahmin edilmektedir. 16. Yüzyıl şairi olan Fuzulî’den takriben 350 sene önce yaşayıp yazdığını düşündüğümüzde Nizamî için Leyla ile Mecnun’un ilk büyük şairi diyebiliriz. Ama biz bu yazıyı bir başka eseri olan Heft Peyker’i  tanıtmak için kaleme aldık.

Elimizdeki eserin yayıncısının verdiği bilgiye göre şairin babası Türk’tür. (2) Bu rivayete rağmen Nizamî’ye Türk edebiyatı içerisinde tesiri dışında bir yer göstermeye çalışmak mümkün değildir. Tarihi, coğrafi ve kültürel şartlar bir Türk babanın çocuğunu Fars dilinin ve İran edebiyatının en büyük isimlerinden birisi yapmıştır. Üstad Necip Fazıl, bahsettiğimiz kitabında onun hakkında şöyle yazıyor:

“Nizamî, Selçuklu devri şairlerinden… İran Mesnevî edebiyatının Firdevsî’den sonra en büyük siması… Lisâna hâkimiyet, geniş bir hassasiyet, parlak, zengin bir hayal ve derin bir bilgi, kendisine bu edebiyatın birinci derecede gelen şairleri arasında yer vermiştir.

Eserleri kendisinden sonra gelen birçok büyük şair tarafından tanzir edilmişse de hiçbir nazire, aslın mertebesine yükselememiştir. Onun yalnız İran edebiyatı değil, Türk edebiyatı üzerinde de çok tesiri vardır. Onbeşinci ve Onaltıncı Asır divan edebiyatımızın maruf olan “Hamse”cileri onun tesiri altında kalmıştır.” (3)

Azerbaycan bağımsızlık davasının sembol isimlerinden ve 1918’de kurulup iki sene sonra Sovyet işgaline uğrayan ilk bağımsız Azerbaycan devletinin kurucusu ve Cumhurbaşkanı Mehmed Emin Resulzade’nin, Genceli Nizamî’yi İran değil, Azerî-Türk edebiyatı içine dahil etmek niyetiyle kaleme Azerbeycan Şairi Nizami (4) adlı araştırma kitabında derlediği bilgilerden edindiğimize göre Batılı edebiyatçılar da bu harika şaire kayıtsız kalmamış, eserleri çeşitli dillere çevrilmiş, hakkında yazılar yazılmıştır.

Doğu edebiyatı hayranı olan GoetheDoğu Batı Divanı adını taşıyan eserinde Nizamî hakkında: “YÜKSEK BİR DEHA SAHİBİ, İNCE BİR ZEKADIR. Onda güzellik büyük çeşitler ile sonsuzdur”  derken, Henry Ritter isimli bir başka ecnebi ise Nizamî‘nin sadece zamanının şiir  diline hakim olmakla kalmayıp daha mühim ve değerli olanı işaretle ; “sanatı eserlerinin özü olan fikirlerine hizmet ettirmeyi başarmıştır” diyerek, onun müstesna bir yanına dikkat çekmiştir. Büyük Doğu-İBDA’nın “fikirden süzülme şiir” davasını hatırlayalım.

Yine Resulzade’nin kitabından öğrendiğimize göre, Rus Edebiyat araştırmacısı A. Krimski de onun sufiliğine dikkat çekmiş “sufi ve romantik şair” demiştir. İngiliz Edebiyat Profesörü E. Brown ise onun tam bir mümin, Allah adamı olduğunu söyledikten sonra koyu taassuptan uzak oluşunu ve tavırlarındaki sadeliği ve tevazuu takdir etmiştir.

Nizamî hakkında inceleme yapanların ortak düşüncesi, onun  yer kürenin yuvarlak olduğunu ve döndüğünü Copernic ve Galile‘den çok önce bildiği, ayrıca astrolojiyi ilminde de çok ileri noktalara vakıf olduğudur.

Goethe aynı eserinde; “Doğuluların beş yüz yıl içinde yetişen şairlerinin ancak yedisini yedi yıldıza benzeterek, beğendikleri söylenir. Hâlbuki onların beğenmediklerinin dahi, birçoğu benden parlaktır“. Bu itiraf Batı edebiyatına nispetle Doğu edebiyatına hâkim olan “vahiy kültürünün” oluşturduğu güçlü medeniyetin hem ilmi hem fikri hem de edebi bakımdan yükselişini takdir gibidir. En büyük âlimlerin, mütefekkirlerin ve edebi şahsiyetlerin adeta “topraktan fışkıran bir damar gibi” çığır açtığı dönemlerdir. Nizamî ise bunların en önde gelenlerinden…

HEFT PEYKER: YEDİ SURET

Özellikle yazdıkları içinde Heft Peyker hususi terkibi ile dikkat çekmiş ve araştırmacılar bu orijinal kurgunun ilk kez Nizamî tarafından yazıldığı konusunda birleşmiştir. İlerleyen devirlerde gerek İran ve gerek Osmanlı divan edebiyatımızda aynı mevzu, benzer kurgu etrafında defalarca işlenmişse de, Necip Fazıl’ın yukarıdaki ifadesiyle;  “kimse onun yazdıklarının üzerine çıkmayı başaramamıştır.”  Nizamî’nin kendisinden sonra gelenler arasında tesirinin açık olduğu belli başlı büyük şairler arasında Sadi Şirazi, Mevlana Celaleddin Rumî, Abdurrahman  Câmî ve Fuzulî gibi isimler vardır. Hatta Fuzulî onun öğrencisi olduğunu açıkça söyler.

“Yedi Sûret” anlamına gelen Heft Peyker, Fars edebiyatının en büyük isimlerinden Genceli Şair Nizamî’nin günümüze ulaşan beş Mesnevî’sinden birisidir. Osmanlı devrinde divan edebiyatımızın birçok şairi tarafından manzum olarak defalarca dilimize çevrilen bu Mesnevî  5600 beyitten oluşur. 1872- 73 tarihlerinde Mehmed Emin Yümni Efendi ise öncekilerden farklı olarak manzum değil, mensur bir çevirisini yapmıştır. Bu biçimiyle ikinci defa 1922-23′ de Tercüme-i Hikaye-i Heft Peyker adıyla yayınlanmış, harf devriminden sonra ise kütüphane raflarında unutulmaya terk edilmiştir.

Aytekin Yıldız imzasıyla günümüz Türkçesine kazandırılan eser 2013 senesinde Büyüyenay Yayınları tarafından ilk defa Latin harfleriyle basılmıştır.   Bugün bizim okuduğumuz ve kaynak olarak kullandığımız kitap budur. Eserin günümüz Türkçesiyle ve Latin harfleriyle yapılan bu ilk baskısında, Mehmed Emin Yümni efendinin mensur çevirisi ve hususiyle 1922-23 baskısı esas alınmıştır.

Bu kitabı hazırlayıp yayınlayanlara kültürümüz adına teşekkürü borç biliyoruz. Bizler bu eserlerden araya giren harf devrimi sebebiyle Cumhuriyet tarihi boyunca mahrum bırakılmış ve Osmanlıca eserlere bir yabancı gibi uzak kalmışız. Düzyazı hâlinde çevirisinden okuduğumuz eser bu biçimiyle dahi çok tesirli iken, kim bilir manzum olarak yazılan Mesnevîsinin şiir yönü ne kuvvetlidir ve o biçimiyle okumak ne denli harikadır!

Okurken onun hayal dünyasının zenginliği ile yedi âleme, feleğe akan çok boyutlu bir hikâye – masal örgüsü içinde buluveriyorsunuz kendinizi. Feleklere ait derin bilgisini bu eserinde ince bir ustalıkla insan ve hadiseler üzerinde işlemiş. Okudukça derin manalar içerisinde yoğunlaşan, iç içe geçen hikayelerin bütünlüğü içinde, kuvvetli bir dil…  Necip Fazıl’ın ifadesiyle; “ Yaradılışındaki şiir kabiliyeti bu zahidane hayat içinde pek renkli ve coşkun eserler ibdâ etmiştir.” (5) Burada “zahidane hayat” vurgusu da mühimdir.

Yedi Güzel, Yedi Yıldız gibi isimlerle de anılan Heft Peyker konusunu Sasanî Hükümdarı Behram-ı  Gur’un efsanevi hayat hikayesinden alır. Behram kendisinin kaderine yazılan Yedi Güzelin resimlerini görmesi sonucu hepsine ayrı ayrı âşık ve talip olur. Lakin işi zordur. Çünkü bu Yedi Güzel de cihanın en büyük Yedi Padişahının ayrı ayrı yedi iklimlerine ait ve hepsinin kendisine has üstün vasıflarla ve güzelliklerle donanmış kızlarıdır. Daha en başından iki katmanlı bir âleme, hem dünyevi hem de semavi, hem maddi hem de manevi tüm unsurları, zengin hayalgücü ile birleştirip lirik bir dil ile erişilmez güzellikler alemine insanı davet ediyor. Nizamî bu üstün güzellik ve vasıftaki kızları Yedi Feleğin nitelikleriyle taçlandırarak okuyucuyu bu dünyadan alıp Yedi Yıldızın kapısının önüne bırakmaktadır.

Yedi Ayet, Yedi Güzel, Yedi İklim, Yedi Yıldız, Yedi Renk, Yedi Ses… Sürekli tekrarlanan Yedi… Başlama, Fethetme ve tamamlanma…  Heft: Yedi…  Peyker: Suret, yüz, cüsse…  Heft Peyker ise yedi felek, yedi yıldız anlamına gelen bir terkip… Yedi üzerine bina edilmiş hayatın tüm renkleri ile yaratılışın güzelliği ve inceliklerinin “AŞK” ile nasıl dönüp durduğunu ve kuvvetli bir çekim ile her şeyin olması gerekene akışını izliyoruz. Salih Mirzabeyoğlu‘nun da en sevdiğim cümlelerinden olan: “Aşk insanı mevzuna uygunlaştıran bir çekim ilacı.” (6)

Akış halinde olan kâinat muhasebesinde, insanın yerini tayin etmek gibi büyük sözler etmeden, bu eser insan – âlem arasındaki paralelliği, birliği ve birbirleri içinde birbirlerine sonsuz görüntüler ile ayna misali akışını anlatıyor. Üstadın Sakarya Türküsü şiirinde “Akışta demetlenmiş büyük küçük kâinat” dediği…

Böyle güzellerle dolu bir hikâyede erotik yönü ağır basan cinsellik çok dikkat çekici… Hem şaşırtıcı hem de çok doğal bir dil zevki ve estetik biçimi sayesinde yadırgamadan okunuyor. İnsanın tabiatı ve mizacına uygun bu anlatımda zevk ve estetiğin hissettirdiği güzellikten başka hiç bir uygunsuz şekil ve biçime rastlamaksızın okunuşun zevkine bırakıyorsunuz kendinizi. Bu zevk ve güzelliğin erotik anlatımının insanı rahatsız etmeyecek bir rahatlıkla böylesine güzel anlatımını da ancak Nizamî gibi bir usta başarabilirdi. Zahid ve Sufi olarak anılan Nizamî şehvet ve cinsellik yönü ağır basacak şekilde hikâyeleri işlemesi ve üstelik bunu insanın doğasındaki tabii ama en güçlü unsur olarak anlatmayı başarabilmesi üstün bir dil yeteneğini açıkça ortaya koyuyor. Bu durumu çok önemli bularak altını çiziyorum.

Bin bir gece masallarını andıran bu hikayelerde felekleri temsil eden güzel gelinlerini ziyaretinde her kız ona kendi feleğinin renkleri ve günleri içerisinde ve o feleğin zorluklarını, sıkıntılarını ve karşılığında ortaya çıkan mükafatlarını , derecelerini anlatan hikayeler sunar. Masal içinde masal, mânâ içinde mânâ ile neredeyse dört boyutlu diyebileceğimiz mükemmel bir metafor …

Zuhal‘i  ve diğer gezegenleri temsil eden hikâyelerinde bu süreci ustalığı ile ince ince bir sırrı nakşedercesine eserine işlemiş. Bu yıldızların insanla birlikte paralel ve bir olan hareketlerini anlatacak bir hikâye yahut masal kurgusu tüm detayları ve incelikleriyle ancak bu kadar mükemmel anlatılabilirdi. Bu ilimleri biraz bilenler dahi bu masal hikâyeyi okuyarak yıldızlar ve insana ait sırlar hakkında çok şey öğrenebilir.

HİÇLİĞE SOYUNMAK,  YOKLUĞU GİYİNMEK:  SİYAH GİYEN ADAMLAR

“İnsani Hakikatin Mertebeleri” yedi feleğin unsurları içinde Rabbinin terbiyesinden geçen insanoğlunun hikayesi… Nizamî’den etkilenen Abdurrahman Camî,  Nefahat’ül Üns  isimli eserinde günleri ve renkleriyle birlikte bu mertebeleri de anlatır. NefahatNecip Fazıl’ın velî menkıbeleri etrafında kurulu Veliler Ordusundan 333 – Halkadan Pırıltılar isimli eserinin ana kaynaklarındandır.

Tabii Nizamî hepsinden önce gezegenlerin ve melekî mertebelerin ilimlerini almış olduğunu büyük bir hünerle gösteriyor. Hikâyenin ilk kahramanı olan ilk gelin Hint Padişahının kızı Nurek… Temsil ettiği cumartesi günü Zuhal yani Saturn’ün yönetimi altındadır. Aynı zamanda Oğlak ve Kova burçlarının yönetici  gezegenidir. İnsanı en çok sarsan, dehşete düşüren en ağır hikaye de bu yıldıza ait zaten. Zuhal yıldızının mertebe olarak Hz. İbrahim’in  ve Hz. Adem’in makamları olduğu düşünüldüğünde hikayedeki ağır mana daha da anlam kazanacak elbet. Cennetten dünyaya indirilen Hz. Adem ve inancı hiç sarsılmayarak tüm bedeni aşk ile dolan ateşin yakmadığı Hz. İbrahim… Bu iki mana hikayenin içinde beşeri yönlerimize nasıl da yenilerek bedbaht olduğumuzu açıkça anlatıyor. Siyahlar giyinen derviş kendisini veliahdı yapacağını söylemesine rağmen padişaha sırrını anlatmaz : “Hayır padişahım! Dervişlik bana padişahlıktan yeğdir. Bu siyahlar giyinmek bana büyük nimettir” diyerek haddini bildiğini, idrak ettiğini gözler önüne sererken okuyucuyu da “bu ne haldir?” dedirten bir merak içinde sürüklemektedir.

“Uyanık hz. Adem bir  dane ile yoldan çıkarıldığına göre, Yüzlerce zan harmanına malik olan bizler nasıl yolumuzu sapıtmayalım?”

“Senin bahçende bir meyve dersem ne olur? Ayağımın önünü senin ışığınla görsem ne olur”

“Beni bu hale koyan sen değil misin? Sabrımı perişan eden sen değil misin?

” Bir zerre kadar merhametin olaydı ne olurdu? “

“Artık gel de bana merhamet et, ölümüme sebeb olma!” diye feryad eden aşığın şaşkınlığı devam eder;

“Bu muhabbet ve gönül çok tuhaftır. Bir bağlandı mı, kıyamet kopsa gönül ondan kopmaz”

“Gönüle mahrem olan yarin hareminde kalır! Bu sırrı bilmeyen inkarda kalır!”

“Şarap kızıl, yer müsait, yar şefkatliyken söyle ey saki! Şimdi olmayacaksa, ne vakit olur benim muradım?

“Bu gün ki; elindeyim, bir merhamet et! Yarın toprak olursam pişmanlıkla ağlaman neye yarar?”

“Muradım oluncaya kadar istemekten geri durmam, Ya can cananı görür, yahut gider can tenden” (7)

Zuhal yıldızının (Saturn) insana hem sınırlar koyan hem de sınırlarını zorlayan etkisi “kabz” haline benzer. Sıkıntılar içinde yoğunlaşan insan kendi hakikatiyle ya yüzleşecek ya da kendi yalanına inanmaya devam edecektir. Kendi içindeki yoğunluk arttıkça manaların içinde bir bir patlayışını seyretmek hiç de güç olmayacak… Zamanın efendisi zaman ve mekan sınırları içinde sıkıştırdığı insanı kendi daracık bedeninden sonsuzluğa akan ruhuna yol alabileceği bir sürece hazırlar ki bu sebeple ölümü de temsil ettiği söylenir. İşte “ölmeden evvel ölünüz” hadisi şerifi ile bildiğimiz bu süreci aslında her insan hayatında mutlaka tecrübe eder amma bunu anlayan da yaşayan da çok azdır. Hikayedeki aşığın sözlerine baktığımızda sabırsızlığı, içindeki duyguların ve arzuların yoğunluğu ve muradının gerçekleşmemesi ona bir nevi “ölüm” gibi gelse de asıl ölüm sabırsızlığı yüzünden kaybettiği Sevgilisidir! Lakin bu insanlar kaybedişlerinin ağıdı, kederi, sıkıntısı içinde siyahlar giymişler, gözyaşı dökmüşler ama hadlerini bilmişler… Kim bilir belki de bu kaybediş aslında başka bir kazançtır. “Hiç”liğe soyunmak “Yok”luğu giyinmek…  İşte siyah giyen insanlar …

İbnî ARABİ hazretleri bu felek hakkında şöyle der: “Zühal (Satürn):  7. gök yıldızı veya uydusudur. Bunun bağlı olduğu gün Cumartesi günüdür. Burcu Oğlak ve Kova burçlarıdır. Allah’ın güzel adlarından Ya Fettah, Ya Rezzak adlarına intisabı vardır. Sayısı 797 rakamıdır. Allah katında melaikesi Kesyafil’ dir.

Bu kevkeple bağlantısı olan sıfatlar şunlardır: Ahmaklık, cehalet, korkaklık, cimrilik, kin, yalan, kalleşlik, gevezelik, geri zekalılık, tembellik, dert, ziyan.” (8)

SARININ SIRRINDA HAYAT BULAN İNSAN

Pazar günü, sarı renkli köşkte Rum Kayseri’nin kızı Hüma’nın temsil ettiği felek; Güneş feleği… Aslan burcunu yönetir.  Güneş Hayatın tüm enerjisini ve kuvvetini temsil eder. Bedene hayat veren canlılık, ruh… Hayat sahnesinde kendine verilen rolü en güzel şekilde oynamak ama önce rolünün ne olduğunu bilmek. Kedi postunda kendini aslan zannederek rol kesmek hem gülünç, hem de yalan olur.  Sarı Güneş hayatın hakikatini fısıldar ve o hakikat sırrınca yaşamayı… Hayatı bilmeyen ve hayat içinde hayat bulamayan insanın garipliği anlatılır bu hikâyede… Kaderlerinden korkan ve kendilerini korktuklarından soyutlayarak yaşamaya çalışan iki kahramanın, hayatın sırrını ve kaderlerini ancak tecrübe ederek bileceklerini ve bulacaklarını anlatır.

Bu hikâye ve tedailerini okurken Salih Mirzabeyoğlu‘nun “Yaşamayı Deneme – KİM’in Romanı” adlı eserini hatırlatmak isteriz. Hayatın içinde hayatını arayan, aramaya ve bulmaya memur insan, etrafındaki mevcut vasata bir zikri telkin eder gibi tekrar tekrar ,”Yaşamayı dene!”  diye telkin ederken, romanın ikinci baskısının kapak resminde doğan yahut batan sapsarı bir Güneş…

Ve hemen Üstad Necip Fazıl’ın bir şiiri:

Hayat, mayat diyorlar
Benim gözüm mayat’ta.
Hayatın eksiği var:
Hayat eksik hayatta

“Hayat eksik hayatta”… Eksik hayat… Eksi hayat… Yaşıyor ama hayatı bulmuş değil. Ve belki de aldığımız her nefes, kayıp hayatımıza işleyen ölü nefesler. “Hayatını yaşıyor” denilir kimilerine. Eksik hayatların kokuşmuş zevkleri, şehvet ve debdebelerine… Oysa bunlara nispet kıyaslarsak, hayvan, yaratıldığı amacına uygun davranışıyla hayatını yaşayan “kutsal yaratık” olur. Hayatını yaşayan hayvan ve hayatını yaşayamayan eksik insan… İnsan eksik hayatta… Ya gerisi? Hani Allah korusun şu zombi filmlerinde gördüğümüz  yaratıklar gibi… İşte hayvandan aşağı denilen korkunç manzara içinde halimiz!

İbni Arabi bu felek hakkında şöyle der: “Güneş kevkebinin burcu Aslan’dır. Madeni intisabı ise Altın madenidir. Giyeceklerden ise sarı ipekli olanlardır. Melaikelerden Rukyail’e, ilahi güzel adlardan (yani Esmaül-Hüsna’ dan) Ya Hay ve Ya Kayyum’ a intisabı vardır. Sayısı ise 174 tür.

Bu kevkebe büyüklük, güç, kahır, uzun olmak veya kimseye boyun eğmemek, Hayret, Ar, gayret ve haya (ar, namus) gibi sıfatlar isnat ve tensip edilir.”

Üçüncü hikâye yeşil renkte olan köşkün yani üçüncü iklimin, Harzem Padişahının kızı Peri; Ay feleğini temsil eder. Yaratılışı, duyguları, hisleri, kökleri, inancı temsil eder. Ay’ın yönettiği burç Yengeç burucudur ama Boğa burcunda yücelir.

“Ay: Dünyamız göğünde bulunan ve beyaz renkte görülen bir kevkeptir. Bu uyduya nispet edilen gün Pazartesi günüdür. Ay ile ilgili burç da Yengeç burcudur. Vekil melaikesi de Allah’ın selamı üzerine olsun Cebrail’ dir. İlahi güzel adlardan intisabı olan adlar Ya Rahman, Ya Rahim’ dir. Bunun sayısı da 556’ dır.

Bu uydu 1. felekten çıkar, her burçta 2 ve 1/3 gün kalır, göğün bütün katlarına 28 veya 29 günde uğrayarak geçer. Çıkış yeri Yengeç ve Öküz’ dür (Boğa).

 Bu uydu ile ilişkisi olan sıfatlar şunlardır: Acizlik, zayıflık, korkaklık, çekingenlik, yalan haberler, gıybet, fitne fücurluk, duyulması hoş olmayan şeyler, hastalık, yapılacak işlerde süratli ve güçlü hareket etmek.”

Dördüncü hikâye salı günü dördüncü iklim Sıklab Şahı’nın kızı kırmızı renkli köşkte oturan Nesrin Puş’a… Merih yani Mars feleğini temsil eder. Burçları Koç ve Akreb’tir. Savaşmak, kan dökmek, korkusuzca atılmak,korumak bu feleğin özellikleridir. Buradaki hikayede kan döken güzellerin imtihanından geçmeyi başaran üç gencin hikayesi anlatılıyor.

İbni Arabi bu felek hakkında da şöyle der: “Merih (Mars): 5. gök katının yıldızlarındandır. Kırmızımsı renkte olup başı kesik gibidir. Bu uydunun günü Salıdır. Burçları da Koç ve Akreb’tir. Allah’ın güzel adlarından Ya Malik, Ya Kuddüs adlarını taşır. Bu uydunun Allah katında vekil melaikesi Azrail’ dir.

Bu kevkep 5. gök katından çıkar. Her burçta 40 gün kalır. 20 ay içinde bütün gök katlarına uğrayarak geçer. Her durak ve menzilde 12 gün kalır. Padişah ve halifeler kendilerini bununla emniyete alırlar.

 Bu kevkebe atfedilen sıfatlar şunlardır: Şecaat (yiğitlik, yüreklilik), kabalık, zahmet ve yorgunluk, hiddet, hainlik, alçaklık, başarı, yenmek, güç.”

Beşinci hikaye Çarşamba günü , mavi renkli köşkte oturan, beşinci iklim Mağrib Şahı’nın kızı  Azerbun… Utarid yani Mekür’ü temsil eder. Burçları İkizler ve Başak burçlarıdır. İletişim, konuşma, belagat, akıl, zeka, hesap, kitap, ince sanatlar, elçilik, öğretmenlik bu feleğin özellikleridir. İbni Arabi’den öğrendiğimize göre Esmaü’l Hüsna’dan Ya Ali, Ya Azim isimlerine tabidir ve vekil melaikesi de Mikail’dir.

Bir kılıç ile birden yüze kadar öldürülürse, Bir akıl ile ordunun tamamı kırılabilir.” (9)

Altıncı hikaye: Perşembe günü, sandal ağacının renginde olan köşke gider Behram. Altıncı iklim yani İran ülkesi şahlarından Keykavus neslinden Kisra’nın kızı Dürüsti … Müşteri yani Jüpiter’i temsil eder. Burçları Yay ve Balık’tır. İbni Arabi’den aldığımız bilgiye göre; incelik, yumuşaklık, merhamet, kamil akıl, ilim, bilim, hikmet, cömertlik, misafirperverlik, haya (edep), tevazu, kalp cömertliği, kalp temizliği, yüz güzelliği, vücut temizliği, alim, hakim ve hükümdarların müdahalesi. Meleği İsrafil, ilahi isimlerden Ya Kebir, Ya Müteal isimlerine intisap eder.

Hayır ve Şer isimli iki şahsın yolculuk boyunca yaşadıkları çeşitli hikmetlerle dolu hikayesi…

Yedinci hikaye; Behram Cuma günü, beyaz renkte olan köşke gider. Yedinci iklim yani Çin padişahının kızı Leğman… Zühre yani namı diğer Venüs’ü temsil eder. Burçları Boğa ve Terazi’dir. Mülkün yönetimi ve adalet anlayışı bu burçla ilgilidir. Yine İbni Arabi’den aldığımız bilgiyle; Yumuşaklık, insanlar arasında sevgi ve anlaşma, dostluk, iyi ahlak, cömertlik, kalp temizliği, konuşma ve anlaşma, dehşet ve korku, oyun ve eğlence, davul çalmak ve kadınları hoş tutan ut ve benzeri şeyleri çalmak gibi sıfatlardır. Balık burcunda yücelir Zühre… Vekil meleği Anyail, Esmaü’l Hüsna’ dan ise Ya Kafi, Ya Gani isimlerine intisap eder.

Hikâyede kendisine verilen yedi iklimi, kuvveti ve serveti sadece kendi zevki ve menfaati için kullanan Behram’a çok güçlü bir ihtar gelir. Ülke harap olmuştur. Halk adaletsizlikten ve yöneticilerin zulmünden zayıf düşmüş, ülkede asker kalmamıştır. Düşmanlar padişahın zevk u sefasından başka ülkesinin ne adaleti ne de kalkınması ile ilgilenmediğini, günden güne güçten düştüğünü görünce Behram’ın topraklarını alma hırsıyla hazırlıklarını yaparlar. Böylece Yedi Güzel hikâyesi ,Yedi Mazlumun şikayeti ile biter.  Yedi yıldızın Yedi kat semadan ayna gibi yeryüzüne yansıyan güzellikleri, tuhaflıkları, akıllara durgunluk veren işleri insanın yaşayabileceği en yüksek duygu ile gönüllerdeki tesirini ancak böyle bulabilirdi. Aşkın bir amaç değil araç olduğu unutulduğunda insanın hayatı da tarumar olur, gönül evi de harap olur… Peki amaç nedir?

İktidarların kuvvetlerini halkın lehine değil de aleyhine ve toplum adaletine değil de kendi menfaatine kullanmalarının acı veren sonuçları da eserin konularındandır. Tüm bu güzellerin ayrı ayrı kuvvetler, yetkiler ve askerler olduğu aşikâr. Her insan kendi cürmünce bir âlem… Herkesin hükmünü sürdüğü bir beden ve ruh dünyası var. Kuvvet veya bütün zaaflarıyla bunlar bilinebilir. Vesselam…

Ayşegül AHFÂ

DİPNOTLAR:

1- Necip Fazıl Kısakürek, Edebiyat Mahkemeleri, Büyük Doğu Yayınları, 1.Basım, 1997

2- Genceli Nizamî, Heft Peyker – Yedi Sûret, Büyüyen Ay Yayınları, 1.Basım, 2013, Mehmed Emin Yümni Efendi’nin Osmanlıca mensur çevirisinden sadeleştiren Aytekin Yıldız, Sayfa: 5

3- Necip Fazıl Kısakürek, a.g.e. Sayfa: 125

4- Mehmet Emin Resulzade, Azerbeycan Şairi Nizami, MEB Yayınları, 1951

5- Necip Fazıl Kısakürek, a.g.e. Sayfa: 126

6- Salih Mirzabeyoğlu, İNSAN – Erkek ve Kadın, İBDA Yayınları, 1.basım, Sayfa: 28

7- Genceli Nizami, a.g.e. sayfa: 128 -129 – 130-131 – 136- 158- 162Necip fazıl Kısakürek, a.g.e. Sayfa: 126

8- Muhyiddin Arabi – Dürrü Meknun

9- Genceli Nizamî, a.g.e. Sayfa: 410


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

GÜNEŞ MERKÜR KAVUŞUMU -CAZİMİ- ZUBENESCHAMALİ YILDIZI ... ADALET SAVAŞÇISI DOLUNAYI

AY BELDE MENZİLİNDE ; NUNKİ VE ASCELLA

KOÇ VE BALIK BURÇLARININ STELYUMUNDA İKİ DEHA